28 Nisan 2012 Cumartesi

Ona Sarılmak ve Koala Gibi Yaşamak İstiyorum


Ona sarılmak ve koala gibi yaşamak istiyorum. Ancak bu şekilde mutlu olabilirim. Eski sevgilisiyle aynı ortamda olmak istememiş ve ona haber vermeden yanından ayrılmıştım. Biliyorum çok çocukça bir şeydi. Belki yapmamalıydım. Sonradan aslında onu eski sevgilisiyle başbaşa bıraktığımı anladım. Biraz pişman olmuştum yaptıklarıma. Sonuçta yakışıklı ve zeki bir erkek arkadaşım var. Oysa ben sürekli trip atıyorum,  kıskanıyorum, sorun çıkarıyorum; tipik bir Türk kızı davranışları sergilediğimi farkettim. Kendimi de affettirmek istiyorum. Bir daha böylesini nerede bulurum? Aklımı başıma toplamalıyım, saçma salak hareketlerde bulunmamalıyım.
Öte yandan ailem duysa ne der? Biz seni üniversiteye yolladık, koca bulmaya değil. Kesin annem buna benzer şeyler söyler ya da şöyle: baban duyarsa okuldan alır, karışmam. Bir yandan ailem duyacak diye korkuyorum. Ben lise son sınıfta okurken bana annemin uzaktan tanıdıkları bir ailenin oğlundan evlenme teklifi gelmişti. Bu kadar çileyi çekeceğime evlenip oluk çocuğa mı karışsaydım. Evimin kadını mı olsaydım. Çocuk mühendismiş, bir evin bir oğluymuş. Annem bana sordu ben de okumak istiyorum dedim. Hani ben evet desem annem beni evlendirmeye o kadar meraklı ki. Lise bitse önce nişan sonra düğün olur. Annem de biraz eski zihniyettir. Belki evde başına kalmamdan korkuyordur. Hani bazı kızların kısmeti açık olurmuş ya benimde öyleydi. Mesela şehirlerarası otobüste bir teyzenin yanına oturmuştum. Teyze beni oğluna o kadar çok beğendi ki telefonumu adresimi falan istedi. Vermedim tabi. Biraz güleç ve safça bir görünüşüm var. Sonuçta kimse kurnaz bir gelin istemez. 
Kendimi ona affettirmek istiyorum. Son günlerde biraz fazla üstüne gittim. Ona mesaj atmaya yüzüm yok. Ama o bana mesaj atıyor, iyi misin diye. İyiyim, süperim diyorum. Bir de böyle bir şey var. Ben kaçtıkça o kovalıyor. Ben üstüne düştükçe o kaçıyor. Belki özür dilemeliyim. Yeniden buluşmalıyız. Koala misali ona yapışmak istiyorum. Onsuz bir hayat düşünemiyorum.

26 Nisan 2012 Perşembe

Erkeklerle Anlaşmanın Yolu Yok



Erkeklerle anlaşmanın yolu yok belki de. Üstüne fazla düşerseniz kaçıyorlar, üstüne düşmezseniz de gidiyorlar. Ya da benim ayarım yok. Sevdiğim zaman biliyorum kendimi uçlarda yaşıyorum, fazla ilgileniyorum, gereğinden fazla değer veriyorum. Kırıldığım zaman diğer uca kaçıyorum, o zaman da görmezden geliyorum. Böyle dengesiz biriyim sonuçta.
İlk gençlik yıllarımdı, çok gençtim ve bir şeylerin gerçekleşmesini bekliyordum. Gerçekleşmeyecekti.
Bir şey olsun istiyordum, bir mucize olsun, o da beni sevsin hatta sevmesi yetmezdi o da aşık olsun. Benim yaşadıklarımı o da yaşasın istiyorum. Ne zaman kırılsam içimde bir intikam duygusu oluşuyor. O da üzülsün istiyorum. Üzülsün ki beni biraz anlasın. Oysa bir erkeğin bir kadını anlaması mümkün mü? Anlaşılmayı beklemek ne kadar saçma, çocukça. Ama bir kadın her zaman biraz çocuktur, küçük bir kız çocuğudur aslında.
Hani aşık olduğum şu çocuk baş harfi S.  bana mesaj atıyor ve İstanbul Üniversitesi'nin önünde buluşalım diyor. Süsleniyorum, püsleniyorum dediği saatte oradayım. Hani oradan bir yerlere gezmeye gideriz diye düşünüyorum. Beni bekliyor, buluşuyoruz. Kapının önünde öyle dikiliyoruz, hadi bir yerlere gidelim diyorum. Yok bekletiyor ağaç gibi beni üniversite kapısının önünde. Sonra arkadaşları geliyor, gidiyor. Bir ara kalabalık bir arkadaş grubu orada beliriyor. Nereden çıktılar bilemiyorum. Dersten çıkmış olabilirler. Sonra eski sevgilisi de oradaymış ve ben çok zaman sonra anlıyorum ki beni eski sevgilisini kıskandırmak için oraya getirmiş. Bu arada eski sevgilisiyle tanıştırılıyorum. Boyu benim yarım kadar ve esmer. Ben sarışınım. Belki S. esmerlerden hoşlanıyor. Kızı çok dikkatli inceliyorum. Elimde değil. Bence benden güzel değil.(Burada kendime torpil geçiyor olabilirim) 
Benim burada ne işim var diyorum, bir yandan kıskanıyorum, bir yandan gitmek istiyorum, bir yandan kalmak istiyorum. Sonra o arkadaşlarıyla konuşurken usulca yanından ayrılıyorum. Eski sevgilisiyle aynı ortamda olmak hoşuma gitmiyor, bir şey canımı yakıyor. Otobüs durağına kadar koşuyorum ki arkamdan yetişemesin, beni bulamasın. Otobüse biniyorum yurda gitmek için. Hani dokunsalar ağlayacağım. O kadar giyinmişim, hazırlanmışım, dersimi asmışım, neden? Beyefendi eski sevgilisine beni göstersin, diye. Diyeceğim sinir olmuşum. Oldukça yakışıklı, daha önce karşılaşmadığımdan emin olduğum biri nasılsın, diye soruyor bana. İyi değilim, diyorum ama şaşkınım herhalde ruh halimi çok belli ediyorum, diye düşünüyorum. Nereye gidiyosun falan diyor. Yok artık, nereden tanıyorum ben bunu falan derken kulaklıkla benimle değil telefonla konuştuğunu görüyorum. Zaten bu kadar yakışıklı bir çocuk benimle niye konuşsun. Çünkü özgüvenim yerle bir olmuş vaziyette.
Bazı insanlar galiba yalnızca beni üzmek için varlar.

20 Nisan 2012 Cuma

Sorunlu Bir İnsanım Ben ve Sorunlarımın Çoğunu Kendim Yaratıyorum



Sorunlu bir insanım ben ve sorunlarımın çoğunu kendim yaratıyorum galiba. İnsan hayatının bazı dönemlerinde yalnızlık hiç çekilmiyor mesela. Yeni bir şehre taşındığınızda, yeni bir işe girdiğinizde, yeni bir okula başladığınızda yalnızlık çekilmezdir. Ne bileyim okulda, yaşadığın şehirde, çalıştığın işyerinde seni anlayan birisine ihtiyaç duyarsın. 
İstanbul'a geleli daha bir ay olmuştu ve ben yalnızlıktan kendimi ölecek gibi hissediyordum. Üstelik korkak bir yapım vardı. Üniversitedeyken hiç öğrenci olaylarına karışmadım mesela çünkü polis dayağından ve biber gazından korkuyordum, hiç işim olmazdı. Yalnız bir kere çok yakın bir arkadaşımın ısrarı üzerine bir protesto eylemine katılmıştım ama neyi protesto ettiğimizi bilmiyordum. 
Üstelik S. benimle ilgilenmiyordu. Biraz gururu zedelenmiş bir kız olarak ortalarda dolanıyordum. Benim onu görmemezlikten gelmem ona çok koymuş. Bir de hiç arkadaşım olmadığı için onun arkadaşlarıyla takılıyordum, galiba biraz da kıskandı. Bir akşam yurt odasında otururken ismim anons edildi. Kapıya çıktım karşımda S. duruyor. Heyecandan öleceğimi sandım. Biraz konuşalım mı? dedi. Trip atma olayını uzatmamaya karar verdim. Sonuçta ne kadar karaktersiz davranmış olsa da sevdiğim erkekti. Karaktersizdi çünkü beni çok ağlatmıştı ama beni en çok mutlu eden de oydu.
Biraz yürüdük sonbahardı biraz üşüdük. Benim burnum kıpkırmızı olmuştu soğuktan. Bu atkısını benim boynuma sardı üşümeyeyim diye. Atkı da Efespilsen basketbol takımın atkısıydı halen saklarım. Bir erkek arkadaşının olup olmadığını bilmiyorum, dedi. Daha önce doğru dürüst bir erkek arkadaşım olamamıştı kimseyle elele tutuşmuşluğum bile yoktu. Kimse çekici gelmiyordu, çekici bulduklarım bana bakmıyordu.
Yok, dedim. Peki benimle çıkar mısın? dedi. Bilmiyorum, dedim. Galiba biraz naza çekiyordum kendimi. Kulağıma bir şiir okudu. O şiiri okumasaydı belki de onu affetmezdim. İnsanlar pırlantaya, eve, arabaya ya da maddi değeri olan şeylere gider ben bir şiirin peşinden gittim. Çok hata yaptım iç pişman olmadım.
 Dünyanın en mutlu insanı oldum o anda. Hangi şiir mi?

Sen kaçan ürkek bir ceylansın dağda
Ben, peşine düşmüş bir canavarım
İstersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

Seni korkutacak geçtiğim yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsin kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.

Kimsesiz odanda soğuk kış geceleri,
İçin ürperdiği demler beni an!
De ki Odur sarsan pencereleri,
De ki rüzgar değil, Odur Haykıran!

Göğsümden havaya kattığım zehir;
Solduracak bir gül gibi ömrünü.
Kaçıp dolaşsan da sen şehir şehir,
Bana kalacaksın yine son günü...(Necip Fazıl Kısakürek)

Bu şiir bana okuduğu ilk ve son şiir oldu. Şiiri şimdi okuduğumda yurt odamız hiç ısınmadığı için soğuk kış geceleri onu düşündüğüm doğruydu, doğru bir şiir seçmişti, beni etkilemeyi bir kez daha başarmıştı.










18 Nisan 2012 Çarşamba

Onun Masasında Uzandığı Tuzluk Olmaya Bile Razıyım



Bir insana verilebilecek en büyük ceza onu yok saymaktır. Görmemezlikten gelmektir. Hani genç bir adam sevmiştim baş harfi S olduğu için ondan S. olarak bahsedeyim. Beni öyle bir sinir etti ki. Ona öyle bir ceza vereyim ki benimle çıkmadığına pişman olsun istiyorum. Güzel mi değilim, zeki mi değilim, seksi mi değilim tamam pek seksi olduğum söylenemez, sempatik mi değilim, çok mu soğuk davrandım hani içinden bu da kaşar çıktı demesin diye biraz mesafe koymuştum aramıza yalan değil ama daha yeni tanıştığım birinin boynuna atlayacak karakterim yok. İlk hareket erkekten gelecek ben onu bilir onu söylerim. İsterseniz geri kafalı deyin. 
Hırs mı yaptım bilmiyorum ama  çıkma teklif etmemesi bana baya koydu. Hataylı bir arkadaşım vardı bana sürekli eski sevgilisini anlatıp kafamı ütülüyordu. Kız eski sevgilisini unuttu ben başladım bu sefer kızın kafasını ütülemeye. Kıza ben güzel miyim? Nolur doğruyu söyle falan diyorum. Salak gibi kendimde bir eksiklik arıyorum. O da bana akıl veriyor ilgilenme, görmemezlikten gel diyor. Zaten artık görsem de konuşmam onunla. Ne bileyim yaşadığım çok büyük bir olay değil ama ilk defa hayatımda birisinden hoşlanıyorum hatta hoşlanmanın ötesinde aşık oluyorum. S.'nin umurunda bile değilim. Hatay'lı arkadaşım sen bu çocuğun götünü kaldırdın. Kendini bi şey zannetti. Erkekler otobüs gibidir. Biri gider biri gelir. Gerçekten de öyle oluyor galiba. Tabi ben bu arada yüzüme gülen benimle konuşan herkesi bana asılıyor zannediyorum. İlk bana asılanla  çıkmayı planlıyorum. Çünkü bir yandan S.'yi kıskandırmak istiyorum. Öyle bir hale gelmeli ki "Köpeğin olayım, evlen benimle demeli." 
Çünkü gidip konuşsam faydasız. Anlamaz.
Onu ne kadar sevdiğimi anlatsam. Tahmin bile edemez.
Aradan bir kaç gün geçiyor. Ben de sürekli S.'nin dolaştığı yerlere takılıyorum, karşılaşalım da planlarımı uygulayalım diye. Öyle planlı programlı yaşayan biri değilim. Ama dünyaya gelen herkes yaşamak için kurnaz olmak zorunda en azından ayakta kalmak için. Başkasına zarar vermeyen kurnazlık tehlikeli bir şey değil.
Akşam yemeği için yemekhaneye gidiyorum. Kapının önünde bunun arkadaşları var. Biraz onlarla takılıyorum. Bakıyorum benimki geliyor. Arkadaşlarına  manyak salak espriler yapıyorum. Uzaktan beni görür belki beni kaçırdığına üzülür. Öyle diliyorum. Bu gelince ona arkamı dönüyorum. Allah'ın selamını vermiyorum. Hatta ben öleyim arkamdan ağlasın istiyorum.
Hayır ben böyle biri değildim. Psikopata bağladım olayı. Kendimi bile tanıyamıyorum. Yemeğimi de başka bir masada yiyorum. Uzaktan da ona bakıyorum. Umrunda bile değilim. Hayvan gibi yemeğini yiyor. Lokmalar benim boğazımda diziliyor. Onun masasında uzandığı tuzluk olmaya  bile razıyım. Oysa onun hissettiklerimden haberi bile yok.

17 Nisan 2012 Salı

Bana dünyadaki Tek Kız Benmişim Gibi Davranmasını İstiyorum


Bana dünyadaki tek kız benmişim gibi davranmasını istiyorum. Ben varken kimse sana zarar veremez, desin istiyorum. Ama o hiçbir şey yapmıyor. Sanırım bir ilişkideki en zor dönem sevgili olunmadan hemen önceki dönem. İnsan asla nasıl davranacağını bilemiyor. Aslında onun bir kız arkadaşı olup olmadığını ya da bir başkasına aşıkı olup olmadığını sormadım bile. Gayet net biriyim. Birinin bana asıldığını hissettiğimde bana asılıyor musun? diye soracak kadar netim. Ama soramıyorum. Buna cesaretim yok. Kız arkadaşım var, demesinden korkuyorum. Bir başkasını seviyorum, demesinden korkuyorum. Korkularımla baş başa kalıyorum.
Aslında onun masallardaki gibi, filmlerdeki gibi kahramanım olmasını çok istiyorum. Onun yanında hiçbir şey düşünmek istemiyorum. Başımı omzuna yaslamak istiyorum. Saatlerce onunla konuşmak, çocuklar gibi şakalaşmak, olur olmaz şeylere gülmek istiyorum.
Beni basketbol maçına çağırıyor. Basketbol izlemeyi gerçekten çok severim. Gidiyoruz. Çıkışta biraz yürüyoruz. Hava soğuk. Elimi tutar mı acaba diyorum, yok. Belki kız arkadaşı var ve beni sadece arkadaşı olarak görüyor. Ama onunla arkadaş falan olmak istemiyorum. Sevgili olmayacaksak arkadaş olmayalım. Zaten bana yetecek kadar arkadaşım var. Seni üzmek istemiyorum diye konuşmaya başlıyor. Sonrasında ne dediğini dinlemiyorum bile. Tek istediğim yalnız kalmak ve ağlamak. Onun yanında ne işim var, diyorum. Beni niye buraya çağırdı, diyorum. İçimden bildiğim bütün küfürleri ediyorum.
Oysa ellerimi tutacak ve "Daha önce hiç bu kadar güzel, seksi, zeki, tatlı, harika, naif, sanatçı ruhlu bir kızla karşılaşmamıştım." diyecekti. Öyle hayal etmiştim. Neyin kafasını yaşıyorsam öyle hayaller kurmuştum. Sanırım kadınlarla erkeklerin farkı burada ortaya çıkıyor. Sanırım detaylardan anlam çıkarmamayı öğrenmeliyim. Öğreneceğim çok şey var, henüz çok gencim daha.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Hayatında Her Şeyin Ters Gitmesi Bazen İnsan İçin Şanstır


18 yaşındaydım, öğrenciydim, parasızdım, kötü besleniyor, kötü giyiniyordum. Hayatında her şeyin ters gitmesi  insan için bazen şanstır. Hayatımda her şeyin ters gittiği bir dönemdi. Bazen bu lanet şehirde ne işim var benim, diyordum. Bazen de bu şehri inanılmaz seviyordum özellikle param varsa ve gezebildiğim zamanlar. Küçük bir şehirden okumak için İstanbul'a gelmiştim. Daha geleli bir ay bile olmamıştı. Her gün hava kararmaya başlayınca annemi ve babamı özlüyor herkesten gizli ağlıyordum. Ama artık ağlamalarım kesilmiş, ortama yeni yeni ayak uydurmaya başlamıştım.
Devlet yurdunda kalıyordum ve donumuza kadar çalıyorlardı. Şaka yapmıyorum, iç çamaşırlarımı yıkayıp kuruması için  asmıştım. Okuldan döndüğümde çamaşırlarımın olmadığı gördüm. Şok geçirmiştim. Abi nasıl olur ya bu bildiğin külot çalınır mı? İnsan iğrenmez mi? Bilemiyorum ben kimsenin kıyafetini giyemem, tiksinirim.
Bir oda arkadaşım vardı, tam evlenmek üzereyken terk edilmiş. Terk edilince üniversite sınavına girmiş. 25 yaşında okumak için Hatay'dan kalkmış gelmiş. Bana sürekli eski sevgilisini anlatıyordu. Eski sevgilisini dinlemekten bana fenalık gelmişti. Onun yerinde olsaydım zengin bir koca bulup evlenirdim. Çünkü 25 yaş bana çok olgun bir yaş gibi geliyordu. Odamızda dört kişi kalıyorduk ama diğer ikisini hemen hemen  hiç görmüyordum, yurda gelip gittikleri yoktu pek. Bir tanesi dansçıydı çok marjinal bir tipti, erkek arkadaşının evinde kalıyordu ve yurda herhalde ayda bir falan geliyordu. Terk edilmiş arkadaşımla, ben bildiğin yurdu bekliyorduk.
Arada bir benim yeşil polarlı çocuk aklıma geliyordu. Önemsemiyordum. Zaten bi milyon derdim vardı. O gün saçı başı dağıttığım, ne bulursam giyip yurttan çıktığım bir gündü. Herhalde şimdiki "Bugün Ne Giysem" jürisi beni görse intihar ederdi. Öyle salmışım kendimi.
Ama  bazen salaş olmanın da çekici bir yanı olabilir, dağınık topuz, tişört üstüne gömlek hiç fena değil. Zaten öğrenci adamız. Ne bulursak onu yiyor, ne bulursa onu giyiyoruz.
Çalışmak için etüde gittim. Etüdün kapısından  içeri girer girmez onu gördüm. Her zamanki gibi başını önüne eğmiş kitabını okuyor. Filmlerdeki gibi bir karşılaşma! Filmlerde hep öyle olur ya esas oğlan ve kız mutlaka bir şekilde karşılaşır. Bilsem üstüme başıma daha iyi bir şeyler giyerdim. Kadere bile inanmayan ben şok oluyorum. Allah'ın işine bak, sevdiği kulu muyum ne? Onu burada görmek planlasam olacak iş değil. Canıma minnet, gidiyorum tam karşısına oturuyorum.
Sanki benim geldiğimi hissetmiş gibi, kitaptan başını yavaşça kaldırıyor ve beni görüyor. Gözlerini kısıp bana gülümsüyor. O anda, o gülüşü yiyebilirim. Oturduğu masasından kalkıp yanıma geliyor. Yemin ederim ellerim titriyor, öyle bir heyecan yapıyorum. Litrelerce votka sanki damarımda dolaşıyor onun yanındayken. Üstümde ne varsa çıkarıp atasım var ama öyle bir şey yapmıyorum. En azından ilk günler akıllı uslu bir kız olmam gerekiyor. Bunu biliyorum.
Hiç konuşmuyor, kitabından önemli yerleri çiziyor. Son sınıftaymış ve okulu uzatmaya hiç niyeti yokmuş.
Yanımda sonsuza kadar kitabını okuyabilir benim için hiç sorun değil.
Sonunda çay içelim mi? diye soruyor. Hemen atlıyorum bu teklife hiç hayır diyebilir miyim? Ona hayır demem o günlerde  mümkün değil.
Çay içmeye gidiyoruz. Aslında çaydan nefret ederim, hiç içmem ama çayı çok sevdiğimi söylüyorum.
Aramızda bir şey vardı, onun susmasından benim yanan yüzümden belliydi.

14 Nisan 2012 Cumartesi

Aşık Olduğunu Anlamak



Onu ilk gördüğümde yeşil bir mont vardı üstünde. Hayatımda çok önemli bir yer edeceğini daha ilk görüşümde hissetmiştim. Başında spor bir şapka, oldukça kalabalık bir masada oturuyordu. Çok konuşmuyor, arkadaşlarının anlattığı şeylere gülüyordu. İşte ilk gülerken dikkatimi çekti. Gözlerini kısıp kısıp bir gülüşü vardı ki saatlerce izleyebilirdim. Sonra gülmediği zaman başını yavaşça aşağıya eğip yere bakar gibi dinliyordu çevresindekileri sanki aynı zamanda çok önemli bir şey düşünür gibi. Şapkasının gölgesi yüzüne düşmüş, bu ona daha güzel bir hava veriyor. O ana kadar ölsem bir erkeği seyredeceğim aklıma gelmezdi ama ondan gözlerimi alamadım. Beni fark etmediği için çaktırmadan onu izledim bir müddet. Sonra masadan kalkışına kapıya kadar yürüyüşüne baktım. Öyle arkasından bakakaldım.
O zamanlar ne kadar hissetmiş olsam da bunun bir ilk aşkın başlangıcı olduğunu hiç bilmiyordum. Zaten bir aşkın ilk evreleri bir kadının ki o zamanlar yaşımın 18 olduğunu düşünecek olursak en aptal olduğu ve aptalca davrandığı dönemlerdir. Neyse konumuza dönelim yaptığım aptallıkları daha sonra anlatıcağım. Bir aşkın en güzel günleri gerçekten başları birbirinizi tanımadığınız o harika günler onları da yazacağım.
Adını bile bilmiyorum. Kızım çocuk olma dedim kendi kendime. Akşama kadar geçer sandım.Gece yatınca yeniden aklıma geldi. İlk defa bir erkek uykumu kaçırdı, haydi hayırlısı dedim kendime. Gülüşünü, o çok önemli bir şey düşünürmüş gibi duruşunu, başını önüne eğişini, yeşil montunu bile düşündüm. Bildiğim bir şey varsa onu düşünmek uyumaktan daha güzel. Tek bir şey diliyorum Allah'tan: Karşıma bir daha çıksın. Yemin ederim dünyanın bütün ayakkabılarını, çantalarını bana verseler onu bir kez daha görmeye değişmem. Öyle görmeyi istiyorum. Ertesi gün aynı saatte aynı yere gidiyorum. İkimizde üniversite öğrencisi olduğumuz için aynı yerlere takılıyoruz. O zamanlar bir de Twitter'ın ve Facebook'un olmadığını düşünün. Tamamen işiniz tesadüflere kalıyor. Zaten adını bile bilmiyorum daha! 
Yanımda oda arkadaşımla birlikte tekrar karşılaşabilir miyiz diye bekliyorum onun için orada. Garibimin hiçbir şeyden haberi yok. Geliyor. Gözlerime inanamıyorum. Tesadüflere inanmam ama onların masadan biri arkadaşımı tanıyor ve bizi masalarına davet ediyor.O an heyecandan ölebilirim. Duygularımı da belli etmemeye çalışıyorum.Kızım deli olma kimseye çaktırma, diye telkin ediyorum kendimi. Hareketli bir yapım var. Hiç hanım hanımcık olamamışımdır. Beni yanlış anlar mı çok konuşsam içinden kaşar bu, der mi; hiç konuşmasam olmaz. Böyle elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemiyorum. Neyse bizi tanıştırıyorlar. Adını öğreniyorum, bir daha hiç unutmamak üzere beynimin en derinine kazıyorum. Havadan sudan konuşup kalkıyoruz masadan.
Onunla ilgili hiçbir fikrim yok. Kız arkadaşı var mı? Allah'ım nolur hayatında biri olmasın!
Beni çeken bir şey var onda, ne olduğunu bilmiyorum ama bu çekimi çok kuvvetli hissediyorum. İnsan hiç tanımadığı birinden bu kadar etkilenir mi? Bu saçmalığa aynı zamanda bir son vermek istiyorum. Korkuyorum.
Bu saçmalığa bir son vermek, onun gittiği yerlere takılmamak için bir karar alıyorum. 

Ve hayatımda ilk defa kadere inanıyorum. 

(Devamı gelecek)



12 Nisan 2012 Perşembe

İki Şehir Arasındayım


Hiçbir şey istemiyorum. Kimseden beklentim yok. Korkularımdan kurtulsam yeter bana. Ne zaman korkularımızdan kurtuluruz işte o zaman gerçekten özgür oluruz.
İki şehir arasındayım. İkisine de eşit uzaklıktayım. Kendimi hiçbir yere ait hissedemiyorum. Sanırım biz göçmenlerin kaderi bu. Hep bir yere gidecekmiş gibi yaşamak. Hangi tren istasyonu götürür beni ait olduğum yere? Öyle bir yer var mı? Yoksa bütün bunlar bana beynimin bir oyunu mu?
Düşünüyorum da. Ne çok karar almışım. Karar vermişim. Plan yapmışım. Plan ertelemişim. Yemin etmişim. Yemin bozmuşum. Yaşamaya hep yeniden yeniden başlamak istemişim. Güreşe yenilen bir pehlivanın hırsı gibi... Oysa artık kaldığım yerden devam etmek istiyorum yaşamaya. Düştüğüm yerden kalkmak ve devam etmek istiyorum hiçbir şey olmamış gibi.
Nasıl yaşanır bilmiyorum. Kabiliyetim yoktu, öğrenemedim. Bazı insanlar neye kızacaklarını, neye güleceklerini, neyi kıskanacaklarını, nasıl birini seveceklerini çok önceden bilerek yaşar. Ben onlardan değilim. Normal bir kadın değilim. Ben hiçbir şeyi daha önceden planlayarak hareket edemiyorum ve bu durum hareket manevramı kısıtlıyor.
Bir eksiklik duygusu ki insanın yakasını hiç bırakmaz. Ve tam aradığımı buldum dediğin anda yeniden çıkar ortaya.
Böyle de yaşanmaz diyorsunuz. Biliyorum. Belki tüm yaşadıklarım beynimin bana bir oyunu. Bu oyunu bozmak zorundayım. Planlı hareket etmek zorundayım. Bu o kadar kolay değil. Bu oyunun  içinde onca mantık hatası olmasına rağmen, bilinçaltım yalanlarıyla beni kandırabiliyor. Ve gerçekle yalanı ayırt etmek bu oyunu çözmek için şart oluyor.
Bana deli demelerinden korktuğum için bu oyundan kimseye bahsetmiyorum. Zaten bazı düşünceler insanın içinde kalmalı, yalnızca kendisi bilmeli.

6 Nisan 2012 Cuma

Geç Kaldığım Bir Hayata Yetişme Çabasındayım



Doğru yerde, doğru zamanda, doğru şartlarda her şeyi yapacak gücüm vardı. Yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış insanı sevince hiçbir şey için yapabilecek gücünüz kalmıyor.
Sanki tüm olup bitenler bir şakadan ibaretmiş gibi; tüm yaşanmışlara, yaşanacaklara, yaşayamadıklarıma gülümsemekten başka bir şey elimden gelmiyor.

Geçmişten, sevgilerimden, nefretlerimden bana bir şey kalmamış gibi yaşamaya devam ediyorum. Kendimle olmak istediğim insan arasında sürekli bir savaş halindeyim, savaşın tam ortasındayım. Kişi olduğu gibi görünmelidir, kendisine bile. İşte bu paha biçilemez bir şey eğer başarabilirseniz. Başkalarını etkileme düşleri kurdum sonunda başarısız oldum.

 Olduğum gibi görünüyor muyum? Bilmiyorum ama olduğu gibi yazmaya çalışıyorum. Öğüt vermeden, süslü cümlelere kaçmadan, beylik laflar etmeden. Ben yazarken siz bir yandan şüphesiz yanılgılarımı ve zayıflıklarımı gözlemliyorsunuz. Umarım beni yargılamazsınız. Herhangi birini, kim olduğu önemli değil hiç tanımadan yargılayan insanlardan bıktım. İnsanların birbirlerine kötü davranmasından bıktım. Sırf bu yüzden yalnızlık bile güzel gelebilir  insana.

Asla sahnelenmeyecek bir oyunun tam ortasındayım, geç kaldığım bir hayata yetişme çabasındayım.

4 Nisan 2012 Çarşamba

Herkes Kendisiyle Meşgul



Bir adam vardı. Bir kadın yaşardı. Gencin tekiydi. Yaşlının biriydi.
Hiçbir yere yazılmamış hikayeleri vardı.
Şimdi ben kendi yaşam hikayemde bile yazacak bir şey bulamıyorum.
Ben vardım. Sen vardın. Biz yoktuk. Olmadı. Olamadık. İkimiz de bireysel özgürlükten mi yanaydık? Sanırım biraz öyle. Belki toplumun bize dayattığı kurallara aykırı kişilerdik ya da tam da toplumun istediği kişilerdik. Ama ben birincisi olduğunu düşünüyorum yoksa bu kadar mutsuz olmazdık öyle değil mi? Bırak aynı çatı altında yaşamayı, aynı hikaye de bile bir araya gelemiyoruz. Birbirimizi anlamak yerine kendimizle meşgul olduk. Ama bu büsbütün ayrı olduğumuz anlamına gelmiyor değil mi? En azından düşüncede birlikteyiz. Düşününce.

Dışarıda şerbet gibi bir hava var. Çoçukları okula başlamamış kadınlar öğle vakti çocuklarıyla parka gelmişler. Otobüs bekleyenler, otobüsün içindekiler, kendi otomobilleriyle bir yerlere gidenler, alışverişe çıkan kadınlar, okula giden lise öğrencileri, kısacası bir koşuşturma içinde bir yerlere gidenler, bir yerlerden dönenler vardı şehrin içinde. Ben şimdi dünyanın en güzel cümlesini bir kaldırım taşına ya da herkesin görebileceği şekilde, şehrin en işlek caddesinde boş bir duvara yazsam kimse durup okumazdı. Herkesin acelesi var. İşe gidenler, derse yetişenler, eve dönenler hep bir acele içinde.

Kalabalıklar arasından çıkıp kitaplara sığınıyorum. Kitaplar diyorum insanlar gibi değildir. Asla fikir değiştirmezler. Bir kitabı ne zaman açarsanız aynı şeylerin yazdığını görürsünüz. 
En azından kitaplar insanlardan daha çok güven veriyor bana. Bu da bana yetiyor. İçimden bir ses diyor ki bana: "Hayatın anlamını okuyarak bulamazsın." Ben de diyorum ki "Bulmak isteyen kim?" Sen git nazlı yare benden selam söyle.