27 Şubat 2012 Pazartesi


Bu yazıyı yazdıktan sonra, yazdıklarımı masanın üzerine bırakıp dönmeyecek kadar uzağa gidecektim. Bu ara havalar çok soğuk olduğu için vazgeçtim. Kendimi düşünmeyi öğrendim.
Aslında biraz gitmek, uzaklaşmak, kaybolmak sonra dönmek, insanı kendine getiriyor. Ama insan gidecekse yazın gitmeli hem de güneye gitmeli. Türkiye nüfusunun yüzde doksanının bu hayali kurduğunu biliyorum. En azından şarkılardan, kitaplardan biliyorum. Demek ki deniz, kumsal, sıcak hava, güneşli günler mutlu ediyor bizi. Bir zamanlar ikimiz daha yolun başındayken ben onsekizinde sen yirmibirine yeni basmışken ve ikimiz kısa bir süreliğine biz olabilmişken bilmem neden belki herşeyden bağımsız bir mutluluk yakalamışken; küçümsüyorduk. Başkalarını, mutluluklarını, hayallerini, şikayetlerini, isteklerini bildiğin küçümsüyorduk! Çünkü dünya bizim ikimizin etrafında dönüyordu. Sonra hayatımız  küçümsediğimiz o insanların yaşantılarına dönüştü.
Anla, bu bir mektup değil, bir veda hiç değil.
Ben hala senin ellerinle bıraktığın yerdeyim. O zamandan bu zaman çok sular aktı. Sen günlük telaşelerin, heyecanların, yaşam kaygısının seline kapıldın. Ben çok dağıttım buraları. Bu dağınıklıkta istesen de bulamazsın beni.
Sakın yazdıklarımı üstüne alınma. Senin mutluluğunun bana bağlı olmadığını anladığım günden  beri kendim için yaşamaya karar verdim. Yazıyorsam, kendim için yazıyorum. Seninle hiç ilgisi yok bunun. Sitem ettiğimi düşünme. Elime kalemi kağıdı alınca bunalım takılan, hayatın silsilesini yemiş bir kadına dönüşüyorum. Acaba yaptığım inceden, entelektüel uvertürlerimin ne kadar farkındasın?
Kırılmamak adına gün gün kalın duvarlar örüyorum aramıza.
Değiştin, diyorsun.
Sen böyle değildin, diyorsun.
Bir başkası oldun, diyorsun.
Sanki hep biraz mesafeli, hep biraz uzak, hep biraz düşünceli, en önemlisi yabancı olan sen değil miydin? Yoksa seninde mi bir kaç yüzün var. Canı isterse seven, canı sıkılınca giden?
Taşradaki ilişkiler daha sağlıklı. Evlilikler daha uzun, insanlar daha mutlu.
Olan bitene fazla kafayı takıyoruz, kanımca.
İnsan kendi mutluluğuna engel olmak adına son derecede beceriklidir unutma.

23 Şubat 2012 Perşembe

Ben Masal Kahramanı Değilim


Ben masal kahramanı değilim. Belki çok yanlış anladılar beni. Bazı insanlarla yeniden tanışmalı. Dünyanın herhangi bir yerinde, buluşup konuşmalı. Artık konuşacak şey bile kalmadı. Tükenmek değil bu. Yeniden doğmak gibi, yeni şeyler söylemeli. Yeni şeyler söylemeyeceksek bildik şeyleri tekrar etmenin ne önemi var?
Oysa yaşam telaşesinin içinde eriyip gidecektim. Kendimi hayatın akışına bırakacaktım. Yapamadım. Kendimi kontrol etmeye çalışıyorum, belki hata yapmaktan korkuyorum. Kendim için iyi olanı bilmek istiyorum.  Bulmak istiyorum. Arıyorum.
Hayat adil değil. Bir tek Allah'ın adaletine inanıyorum. Ben her şeyi dişimle, tırnağımla elde etmek zorundayım. Oysa bazı insanlar bir çok şeye belki benim sahip olamadıklarıma bile hiç kımıldamadan sahip oluyorlar. Bu yüzden yoruldum. Artık insanları da anlamak istemiyorum.
Peşimi bırakmıyor yenilmişlik duygusu. Ben bir masal kahramanı değilim. Belki de sıradan biriyim.
Unutmak istediğim biri yok.
Hatırlamak istediğim hiçkimse yok.
Kendimizden başka kimsemiz yok.
İnsanları anlamaya çalışmıyorum.
Hayat bazen beni çok yanlış anlıyor.
Geriye sadece yaşamak kalıyor. O da bize yetiyor.

18 Şubat 2012 Cumartesi

Hayatın Falanları Filanları


Bazen ihtiyacımız olan şey uzun bir yolculuk, nereye gittiğimizin önemi olmadan. Ama yapamazsın, hayatın falanları filanları, malum.
Eriyorum, hayatın içinde. Dağılıyorum, zamanla birlikte. Dökülen her yanım hayatın izini taşır. Bana bir kitap verin, kendimi toplayayım. Bana bir kitap verin herşeyi unutayım. Kitaptan daha etkili bir afyon yok çünkü. Bana bir kitap verin kendimi  kahramanın yerine koyayım. Onun yerine ben üzüleyim. Onun yerine ben sevineyim. Bana bir Selim Işık verin. Yeniden aşık olayım.

Kendi işime burnumu sokuyorum. Böyle olmaz kızım! Başkalarının işine burnunu sokacaksın. Her konu hakkında bir fikrin olacak. Beylik laflar kuracaksın. Tutamayacağın sözler vereceksin. Dünya batsa umrunda olmayacak. Sen de üzeceksin. Sen de gideceksin. Ne var ki ben gidenlerden bile olamam. İçimde bir pişmanlık duygusu daha gitmeden sarar tüm vücudumu. Kaç kere kırıldın sen de kıracaksın lafını sakınmadan. Ben hiç kimseyi incitemem deme. Bırak bu melek ayaklarını kızım! Bu yaptığın iyilik değil kendine kötülük. Başkalarına üzülmekten kendine üzülmüyorsun. Hiç kimse senin için üzülmeyecek. Biraz kendime dönüyorum,içime kapanıyorum. Ben kendi kendimi mahvettim. Kelimelere bu kadar anlam yüklemeyecektim. Gideyim bir çay koyayım bari.

İyileri de kötüleri de kendi haline bıraktım. Ne iyiyiz ne de kötüyüz. Kendi halinde yaşayan canlılarız. Annelerimiz biz uzak bir yere giderken kendine iyi bak demezler,çünkü bizim yaşadığımız hayat bir Amerikan filmi değil, bizatihi Türk filminin kendisi; bunun içindir ki annelerimiz biz uzak diyarlara giderken kimseye bulaşma der. Kısa ve net. Başını belaya sokma demek. Böyle annelerin ellerinden öpmek istiyorum. Saygılar.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Bu Şehirden Nefret Ediyorum

Buraya anlamsız sözler yazmak istiyorum artık. Anlaşılmaya çalışmaktan bıktım. Saçmalamak istiyorum. Saçma şeyleri seviyorum. Kendimi çok saçma buluyorum. Nefret ettiğim bir şehirde yaşıyorum. Başka insanların yanında susuyorum ne kadar saçma biri olduğumu anlamasınlar diye.
Yaşamak için çıldırıyorum, beni görmüyorlar bile. Yaşama tutunmak istiyorum. Tutunacak bir şey bulamıyorum ve bir dağın yamacından aşağıya doğru sanki kayıyorum. Yer çekimine karşı koyamıyorum. Dibe doğru gidiyorum.
Anlamsız kelimeler yazmak istiyorum. Ya da birbirinden alakasız cümleleri bir araya getirmek istiyorum: Küçükken en sevdiğim şey patates kızartmasıydı hiç büyümediğim için halen en sevdiğim şey patates kızartması. Zürafaların ses telleri yoktur. Hayvan belgeselleri izlerken çok şey öğreniyorsun. Bir kanal sürekli böceklerin çiftleşmesini gösteriyor. Bir erkek böcek çiftleştikten sonra dişisini öldürüyor. Bu böceği biraz bazı insanlara benzetiyorum ya da bazı insanlar dişisini öldüren böceklere benzer. İşte alakasız şeyler yazmayı seviyorum. Bir konuşmanın içinde alaksız bir şey söylediğimde bu kadın neyin kafasını yaşıyor bakışlarına o kadar alıştım ki. Artık sırf bu bakışlar için alakasız cümleler kurar oldum.
Annem arıyor biraz sitem ediyor, biraz kızıyor. Sanırım annem bana 32 yıldır kızıyor.
Anlaşılmak istemiyorsam anlamlı cümle kurmanın ne gereği var. Şimdi durup dururken insanları hayran bırakacak cümleler kurmak için beynimi niye  yorayım. Zaten yorgun bir beynim var. Bu yüzden sürekli dalgınım ve unutkanım.
Çocukken çok kitap okurdum. Arkadaşlarım edebiyattan ve kitaplardan hoşlanmazlardı. Onlara benzemeye çalışırdım. Erkekler hakkında kız arkadaşlarımın az çok bir fikri vardı. Benimse bu konu hakkında hatta cinsellik hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bu durumuma çok üzülürdüm ama düzeltmek için de hiçbir şey yapmazdım.
O günden bu yana hiç büyümediğim için ne bir erkeği elde etmesini biliyorum ne de elde tutmasını.