28 Eylül 2012 Cuma

İstediğin Kişinin Umurunda Olmazken, Hiç Tanımadığın Kapında Köle Oluyor


Gitti ve ben arkasında güneşten eskimiş bir renk gibi hissettim kendimi. Ayrılığı kim bulmuşsa hiç hoş değil. Bu noktada söyleyecek hiç bir sözüm kalmıyor. İki insan birbirinin alnına yazılmışsa eninde sonunda birbirlerini bulurlar. Belki yeniden birbirimizi buluruz, belli mi olur?

Tahmin ettiğim kadar olmadı, hiç ağlamadım, uykuya vurmadım. Dünyanın sonu gibi davranmadım. Galiba büyüdüm. Yorulmuştum sürekli bu ilişkiyi didiklemekten, beni sevdiğine dair ip uçları yakalamaya çalışmaktan. Özlemek gerekir bazen. Belki o da özler beni. Aklı başına gelir. Kim bilir?

Bu arada annem rahatsızlanıyor. Annemin yanına gitmek için izin alıyorum. Kafamı dağıtmış olurum, iyi olur. Ailemin yanına gitmek bana iyi geliyor. Burada hiç ummadığım bir şey oluyor. Bir komşumuzun oğlu annesini göndermiş bize, benimle evlenmek için. Annem kafam karışmasın diye bana söylememiş, komşu teyzeyi de geçiştirmiş. Şaşırdım. Hem de çok şaşırdım. Hiç tanımadığım beni uzaktan gören birisi benimle evlenmek istiyor. Koca bir ömür lan, kolay değil. Acaba kafayı mı yedi diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Hoşuma da gitmiyor değil hani. Evlenme teklifi boru değil yani.  Ama dur bir dakika kim lan benimle evlenmek isteyen bu manyak? Yani akıllı biri  olmadığı kesin. Komşu teyzeyi tanıyorum ama oğlunu hiç görmemiştim. O beni nerede gördüyse artık. İlk planım bu çocuğu görmek. Annem de o kadar hasta değil maşallah benden sağlam. Ergen kızlar gibi hemen eski arkadaşlardan birini arıyorum. Kimseyle buluşamıyorum,  kimse kalmamış burada. Hepimiz dağılmışız en yakın arkadaşım Eskişehir'de bir tanesi İzmir'de. Bu çocuğu göremezsem çıldıracağım. Anne çok merak ettim şu cocuğu göstersene diyorum. Ne çocuğu kızım 25 yaşında kocaman adam, diyor. Ooo yaşı da iyiymiş. Evlensem ya ben bunla ya, ne güzel olur. Gerçi daha görmedim, olsun. Görmüş kadar oldum valla.

Kendime güvenim geldi, yeminle. Tabi canım eli ayağı düzgün biriyim, renkli gözlüyüm, beyaz tenliyim ama karaktersizim; lan uğruna ölüp bittiğin adam daha gideli üç gün oldu. Sen adamı hemen sattın valla. Ne yapayım o da evlenme teklifi yapıp gitseydi, parmağıma bir yüzük taksaydı, çok mu zordu yani. Yok ben onun niyetini biliyorum. Kimseye bağlanmak istemiyor ya paşam. Böyle gelir elinden alırlar işte. Dur bir soluklan kızım; kendine gelin güvey olma. Daha çocuğu görmedin.

Anne ya şu çocuğu bana göstersene, diye annemin başının etini yedim. Annem söylediğine pişman oldu. "Ben malımı bilmez miyim? Sana hiç söylemeyecektim." diyerek söylendi.
Hiç unutmuyorum günlerden çarşambaydı. Pazar kurulmuştu.  Bütün kasaba sokaktaydı. Zaten pazara giderken anneme hayır demek gibi bir lüksümüz olamazdı. Bu sefer koşa koşa gidiyorum. Belki görürüm. Annem uzaktan birini gösteriyor, işte şu karşıdaki, diyor. Kafamı çevirdiğimde onu bana bakarken yakalıyorum. Utanıyorum, kafamı yere çeviriyorum. Ne bileyim küçüklükten beri böyleyim biraz utangaç bir tarafım var. İnsanlar da beni aklı başında hanım hanımcık biri sanıyorlar.
Sürekli karşılaşıyoruz, göz göze geliyoruz ama konuşmuyoruz. Tahmin ettiğimden daha yakışıklı. Öğretmen miymiş neymiş. Evet biraz devlet memuru tipi var, efendi biri. Bıyık bir erkeğe bu kadar mı yakışır, ama yakışmış yüzüne işte.

Evlensem ya anne ben bu çocukla, diyorum. Ben annesine olmaz dedim, diyor annem. Niye öyle dedin ki? diye soruyorum. Kızım yedi kocalı Hürmüz mü olacan sen benim başıma, sevdiğin biri var diye öyle dedim, diyor.

Allah'ım kısmetsizim işte. Yine yalnızım. Evlenmek istememin altında yatan asıl sebep biraz intikam almak benim hayırsızdan. Evlendiğimi, başkasının olduğumu duysun, üzülsün istiyorum
Hayırsıza inat evlenirsem bıyıklıya da çok ayıp olur be.  Mutsuz oluruz. Belki de mutlu oluruz, çocuklarımız olur. Ben geçmişi unuturum, mutluluğu onda bulurum. Çoluk çocuğa karışınca, geçim derdine düşünce, diyorum insanın aklına gelir mi eski sevdiği?

Bir kaç gün daha buradayım. Uzatsam mı tatili? İşe gitmek, İstanbul'a dönmek, o kargaşanın içinde boğulmak hiç istemiyorum, her şeyi bırakasım var. Mutlu değilim.

21 Eylül 2012 Cuma

Hayatlarımız Farklı Yalnızlığımız Aynı



İnsan kendini değiştirse bile kaderini değiştiremiyor. Galiba yalnızlık benim alnıma yazılmış. Ne kadar başarılı, çalışkan, dürüst, yakışıklı veya güzel olsanız da bunlar mutlu olmak için yeterli değil. Hatta  mükemmel özelliklerin tümü sizde olsa diyelim işte sırf bu yüzden insan yalnız kalırdı. Çünkü kimseye ihtiyaç duymazdınız.   Ben mükemmel değilim. Bir erkeğe ihtiyacım var. Bunu çok açık yazıyorum çünkü gerçek. Bunu kızlar pek itiraf etmez, bir zaaflık olarak görürler. Evet, yakışıklı erkeklere zaafım var bu da bugünün ikinci itirafı olsun.
Ama yanlış anlaşılmasın hayatımda bir erkeği sevdim. Onun beni sevdiğinden asla emin  olamadım. Derler ki dünya bir imtihan yeridir. İşte benim de sınavım bu galiba. Başkasını sevemiyorum ondan vazgeçemiyorum da. Sonumuz ne olacak hiç bilemiyorum.
Her şey yolunda gidiyordu, yalan hiçbir şey yolunda gitmiyordu. Ben her şey yolundaymış gibi davranıyordum. Muhtemelen o da benden vazgeçemiyordu. çünkü çevresinde güzel kızlar vardı. Bir işi, parası, arabası vardı üstelik uzun boylu ve yakışıklıydı. Yani kızların istediği her şey onda vardı.
Bunun farkındaydı. Belki bu yüzden bana davranışları eskisinden daha farklı, daha mesafeli, daha havalı geliyordu.
Oysa tanıştığımızda ikimizde parasız üniversite öğrencileriydik. Gerçekten cebimizdeki 1 lirayı bölüşürdük. Bir kere ikimizde okuldan çıkmıştık. Babam ertesi gün bana para gönderecekti. Yanımda hiç para yoktu. Onun babası yoktu. Burs alıyordu iki, üç yerden. Sanırım o da burslarını henüz almamıştı. Cebinde 1 lira varmış. O zaman çay 50 kuruştu. O son 1 lirayla oturup iki çay içmiştik, Beyazıt'da bir kafede.
Bizim böyle anılarımız çoktur. Bir keresinde ben Eskişehir'e teyzeme gidiyorum, trenle. Benim hayırsız da geldi o da Eskişehirli. Annemi göreyim dedi. Aslında teyzemlere gitmek pek aklımda yoktu. Ama teyzemin bir kızı vardı. Kuzenimi çok severdim. Tek çocuk olduğu için kardeş gibi büyüdük. Baktım bu Eskişehir'e gidiyor. Ya bende teyzeme gidecektim, dedim. Takıldım buna. Ben otobüs yolculuklarını severim. O ise tren yolculuklarını. Bindik trene. Teyzem babama haber veriyor. Aslında babamlar Ankara'da yaşıyorlar. Babamın işi düşüyor ya da beni görmek için geliyor tam bilemiyorum yani. Babam da bana çok düşkündür. Neyse biz trenden el ele sarmaş dolaş benimkiyle iniyoruz. Tabi benim babamdan haberim yok, teyzem de bir şey söylemedi. Ben miyop olduğum için uzağı göremiyorum. Meğer uzaktan babam geliyormuş. Resimlerden benim hayırsız babamı tanıyor. Baban uzun biri mi? diye soruyor. Evet, babam çok uzundur diyebiliyorum. Babam tam karşıdan bize doğru geliyor. Yavaşça elimi bırakıyor. İstersen ben kaybolayım, diyor. Babam kabak gibi seni de gördü yanımda kal, diyorum. Babama koşuyorum, sarılıyorum falan. Salağa yatıyorum. Babama üniversiteden arkadaşım diyebiliyorum. Babam o gün ilk defa beni bir erkekle görüyor. Tam on sekiz yaşındayım. Babamın nasıl davranacağını tahmin bile edemedim. Bana kızabilirdi çünkü. Ama babam beni şaşırtan bir şey yaptı. Benimkiyle tanıştı. Hatta tokalaştılar bile. Bölümünü falan sordu. Muhtemelen orada ayak üstü babamın gözüne girmeyi başardı. Ya da artık benim büyüdüğümü babam kabul etti. Bana hiçbir şey demedi. Gerçi sonradan annemi başının etini yemiş. Ben onu okumaya gönderdim, koca bulmaya değil, gibisinden anneme söylenip durmuş.
Yine ilk tanıştığımız dönemde annesi beni merak ediyor. O da benim bir resmimi annesine veriyor. Ben de fotojenik değilim. Fotoğraflarda bir çirkin çıkıyorum anlatamam size. Annesi de konu komşuya benim fotomu gösteriyor. Herkes annesine bu kız senin oğluna yakışmıyor, demesin mi? Tam komedi ya. Neyse sonra annesiyle beni tanıştırdı da çirkin olmadığımı kadıncağız gördü. Aslında annesiyle tanıştığım günü ayrıca yazarım. Onun da bir hikayesi var çünkü.

Belki de birbirimizi değil anılarımızı bırakamıyorduk, geçmişimizi bırakamıyorduk.
Konuşmamız lazım, diyerek beni aradı? Ertesi gün buluşacağız ama ne diyecek lan bu bana, diye diye uyku girmiyor gözüme. İyimser yanım "evlenme teklif" edecek diyor. Kötümser yanım "ayrılmak isteyecek" diyor. E bir de benim hayırsız ikizler burcu. Sabah ayrılmak isteyip akşama evlenme teklifi yapabilir. Böyle de dengesiz bir kişilik.
Buluşuyoruz. Bir yerde oturalım, diyor. Allah'ım meraktan çatlayacağım. Ne içersin, diyor. Kahve diyorum sek olsun. Ben gidiyorum, diyor. Nereye, diye soruyorum. Samsun'a diyor. Öylece kalakalıyorum. Çünkü İstanbul'da kalma sebebimdi o benim. Yoksa bu şehirde mutlu değildim. Biz Anadolu çocuğuyuz, çocukluğum küçük şehirlerde Anadolu'da geçti. İstanbul bana fazla büyük geldi. Hiç alışamadım. Ve şimdi İstanbul'da sevdiğim tek şey de gidiyor.
İyi bir teklif almış. Geleceğimiz için bunu yapması gerekiyormuş. O da İstanbul'u sevmiyormuş. Falan filan. Bir şey diyemedim. Ne diyebilirdim ki. O an aklıma gelen tek şey Samsun'un kızları güzel midir? sorusu oldu. Ya çok güzel kızlar varsa orada ve beni unutursa. Beynimin içinde bin tilki dolaşıyor şimdi.
Gülümsüyorum, ona destek vermem gerek. Arıza çıkarmıyorum. Arıza çıkarmayalım, alttan alalım derken bu ilişki de kazık bana fena halde girecek ya, bakalım.
Hemen gidiyormuş. İçimden defol git demek geliyor ama bir şey diyemiyorum. İşte yine belirsiz bir durumla karşı karşıyayız. Bu belirsizliklerden nefret ediyorum. Kim bilir birbirimizi nasıl göreceğiz? O başka bir yerde ben başka bir yerde. Onun ailesi başka bir yerde, benim ailem başka bir yerde. Nasıl buluşacağız? Hiçbir fikrim yok.  Ben de takıldım kaldım ona.

Yine yalnızlık, yine mutsuzluk. Kaderim mi lan bu benim?
Hayırlısı be gülüm, demekten başka elimden bir şey gelmiyor.

13 Eylül 2012 Perşembe

Hiç Gitmeyecek Bir Erkek İstiyorum


İş çıkışından eve kadar düşündüm. Onu düşündüm, bizi düşündüm, beni düşündüm yani kendimi. Onun yanında mutluyum, huzurluyum. Bu huzur küçükken karnın acıktığında annenin mutfakta sana bir şeyler hazırladığını bilmenin verdiği huzura, babanın senin ihtiyaçlarını ne olursa olsun karşılayacağını bilmenin verdiği güvene benziyordu.
O gülünce ben de gülüyordum, o ağlayınca ben de ağlamak istiyordum. Bunun adı aşktı, biliyordum.
Korkuyorum onu kaybetmekten, kısa sürmesinden, gitmesinden, beni yarı yolda bırakmasından, bahanelerin arkasına sığınmasından.
Korkuyordum bir kadının aramıza girmesinden, aramızı bozmasından. Ama aşk böyle bir şey değil ki. Kim seven bir erkeğin aklını çelebilir.
Belki de bu korkularım yüzünden agresifleşiyorum zaman zaman. Bazı şeyleri aşmam gerekiyor. Çocukluğu bırakmam gerek.
Böyle devam ederse sırf bu korkularım yüzünden onu kaybedebilirim. Bunu göze alamam, kendi kendimi tedavi etmeliyim, iyileşmeliyim, hastalıklı ruh halinden kurtulmalıyım.

Hani o maç saatini beklerken, ben ocağa çay koyayım, acele etmeyelim, çay demini alsın. Maç başlasın, o maçı ben onu izleyeyim, sinirlendiğinde şafağında beliren damarı, çaya uzanışını, güldüğünde gözlerinin küçücük oluşunu seyredeyim.
Hiçbir şey düşünmeyelim, aklımıza kötü şeyler getirmeyelim.
Acele etmeyelim oturup bir film izleyelim, konusu ne olursa olsun farketmez. Önemli olan yanyana olmak birlikte bir şeyler yapmak. Komik bir dizi mesela İşler Güçler gibi izlerken birlikte kahkaha atalım.
Elele tutuşurken ansızın elimi sık, sevgimiz taşsın.

Eğer olur da ayrılırsak bunun ne kadar zor olacağını düşün. Yolda yürürken caddede ya da sokakta ya da işyerindeyken benim parfümümden kokarsa biri hiç aklına gelmez miyim? Bir düşün. İçinde ufacık bir sızı olmaz mıyım yani. Hani burnunu dayayıp kokusunu içine çekememek ne demektir bilir misin? Bir düşün istersen. Ya da benim en sevdiğim dizi başlayınca Behzat Ç. veya Leyla İle Mecnun diyelim. Bir an düşüneceksin beni, belki birlikte izlemek isteyeceksin. Bazen  de sebepsiz yere aklına geleceğim. Tam da unuttum derken, işe giderken sabah erken. Akşamı zor edeceksin, içinden ağlamak gelecek yalnızlığın dibini göreceksin çünkü hiç kimse seni benim kadar sevmeyecek.
Bir düşün ayrılık kolay değil.
Ben düşündüm işyerinden eve giderken karanlık bir sokak ortasında. Hatalarımı, yanlışlarımı, durduk yerde çıkarttığım kavgaları, gereksiz kıskançlıklarımı.
Ben düşündüm sensizliğin nasıl bir şey olacağını.
Öyle bir sahiplen ki beni, kimse yan gözle bakamasın bana. Öyle bir davran ki asla gitmeyeceğini hissettir bana.
Ayrılık bir daha gelmesin aklıma.


3 Eylül 2012 Pazartesi

Evlenmezse Ölecek Hastalığı



İçimde bir sıkıntı vardı. Belki de evlenme yaşı gelip evlenemeyen kızlarda görülen bir tür sıkıntı idi. Annem babam doktora götürse muhtemelen bu kızı evlendirin hiçbir şeyi kalmaz, diyecekti. Evet, evlenemezse ölecek hastalığına yakalanmıştım. Hazır bir koca bulmuşken böyle bir fırsat yakalamışken kaçırmak istemiyordum açıkçası. Dal gibi delikanlı, ben evlenmezsem başkası evlenecek.  Çünkü herkes bir gün evlenir, evlenmem diyenler bile!

Benim hayırsızla hazır aramız düzelmişken evlilik için hazır olduğumu düşünüyordum. Bir taraftan da evliliği çok merak ediyordum. Zaten insanın başına ne gelirse ya meraktan ya taraktan gelirmiş. Sahi nasıl bir şey lan evlilik? Sevdiğinle aynı evde yaşamak, aynı yatakta uyanmak, tuvalet kavgası yapmak, ne yiyeceğimizi düşünmek, faturaları ödemek, en az üç çocuk yapmak. Bu adamla evleneyim bir düzine bile yaparım.
Bir yandan sakin olmalıyım. Ortalıkta koca sıkıntısı varken benim hayırsızı korkutup kaçırmak istemiyorum. Onun yanına feminist ayaklarına yatıyorum. Aman evlilik o kadar da önemli değil, diyorum evlilikten söz açılınca. Alt tarafı bir imza yaeee, diyorum ağzımı burnumu ekşiterek sanki evlilikten tiksiniyormuşum gibi yapıyorum. Aslında bir yüzük çıkarsa vallahi çocuğun boynuna atlayacağım. Yok Türk kızı nazlı olurmuş da bilmem ne, siktirsinler. Yok öyle bir şey! Kendimden değil arkadaşlarımdan da biliyorum. Hepimiz evlenme meraklısıyız içten içe. Çünkü öyle programlandık.

İstediğim yere gidebilirim, istediğimi yapabilirim, istediğim gibi yaşayabilirim, istediğim gibi biri olabilirim. Ama hayır ait olduğum yer onun yanı. Onun yanına uyum sağlayabiliyorum.
Bilmiyorum hissettiklerimin ne kadar farkında.
Mühim değil.
Beklerim.